Japonya’ya dair anlatılacaklar, o kadar fazla ki genel hatları ile üstün körü bir Japonya yazısı için aylarca durmadan yazıp, ciltlerce kitabı sıra sıra dizmek gerekir. Gerçi yine de eksik, yine de yetersiz kalacaktır. Bu sebeple ben en özet halleri ile spesifik başlıklara değineceğim.
Kıyafet seçimlerinden, kırtasiyelerine, yemeklerine, tatlılarına, ulaşım sistemine, tuvaletlerine ki normalde dünyanın geri kalanından 20 yıl ilerideyseler, tuvalet mevzu bahisse 200 yıl ilerideler diyebiliriz, tapınaklarına, mezarlarına, shinkansenlerine, otomobillerine, sokaklarına, japon bahçelerine, otomatlarına, internet kafelerine, pachinko salonlarından, sumo güreşçilerine kadar anlatılacak o kadar ilginç o kadar özgün dosya başlığı varki bakalım sırası geldikçe her birine değineceğim.
Kendi adıma 100 üzerinden 99 vererek dünyada en çok gitmek istediğim ikinci yer olarak sıralıyor ve Japonya hakkındaki ilk yazıma başlıyorum. Dip not olarak belirteyim çok zor bir seçim olsa da birinciliği 100 puan ile Hindistan’a veriyorum.
Hiroşima deyince aklımıza maalesef atom bombası felaketi geliyor. Evet düşünen vicdan sahibi insanlar için oldukça önemli bir simge orada hala insanlara savaşın acı yüzünü hatırlatmak için tüm tazeliği ile duruyor. Hiroşimaya ayrıca değineceğim.
Hiroşima’yı ziyaret etmiş büyük sorularla geceyi sabah etmiştik. Tabi ki burada sadece sorular değil, kaldığımız hosteldeki halılara sinen eşsiz koku da etkili olmuştu. Kaldığımız hostel, Japonya standartlarının çok altında bir hosteldi ancak Hiroşima ruhuna uygundu, tam karşısındaki yosun tutmuş mezarları ile mezarlıktan gelen koku, halılardan gelen kokularla birbirini tamamlıyordu.
Bugünkü yazımının konusu bizlerin çok az bildiği Itsukushima ya da Mirajima adası. Dünyada çok az yer bu kadar mistisizm ile kavrulmuştur, daha uzaktan gördüğünüzde sizi etkisi altına alıyor bu küçük ama sanki maneviyatı bu dünyaya sığmayacak kadar büyük olan ada. Adanın simgesi, baş tacı olan Itsukushima shrine uzaktan selamlıyor ve “Torii Gate” Torii Kapısı karşıkonulamaz bir şekilde kendine doğru çekiyor sizi…

Bizim Karaköy-Kadıköy vapuruna binmişçesine ilerliyorsunuz, Japon karasularında. Adaya yaklaştıkça, sis perdesi sanki daha da artıyor, adaya ayak basar basmaz etrafınızda geyikler, insanlar, dalgalar ve nereye baksanız sanki bu dünyaya ait olmayan maneviyatla yoğrulmuş kutsal bir alan görüyorsunuz. Japonya’nın tamamına hakim olan temizlik ve düzen burada da kendini tüm varlığı ile hissettiriyor. Ama baskın duygu düzen ya da temizlik değil burada mevcut fizik kanunlarıyla açıklanması çok zor belki quantum fiziğinin bile yetersiz kalacağı bir dalgalar aleminde yüzerken buluyorsunuz kendinizi evet gerçekten yüzerken buluyorsunuz çünkü adada ayaklarınız bir türlü yere basmıyor. Yarı masalsı atmosfere kendinizi ilk gördüğünüz anda kaptırıveriyorsunuz.
Kimilerinin sadece bir gün, kimilerinin birkaç saat kalın dediği ada için ben süre koymaktan imtina ediyorum, adaya girdiğinizde hissettiğiniz ruhsal arınma, sizi o kadar etkisi altına alıyor ki üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu satırları yazarken aynı duyguları tekrar yaşıyorum.
Adadaki geyiklerr sanki sizi yıllardır tanıyan eski bir dostunuz gibi sıcak bir şekilde karşılarken, tapınakların içine kadar girerek hiçbir zaman yalnız hissetmenize izin vermiyorlar. Onlara dokunup, onlarla oynamak, onların size sonsuz sevecenlikle yaklaşmalarını hissetmek. Ve benim anlamsız bir şekilde bu duyguyu tarif etmeye çalışmamın vermiş olduğu çaresizlik. En iyisi siz sadece objektifimden çıkan karelere bakın bu kelimeler ile o maneviyatı sınırlamaya lüzum yok.








Ama yine de bir yolunu bulup belki bir sokak arasında, belki bir tepe başında, belki bir tapınağın ücra köşesinde yine de kendinizle baş başa kalma fırsatını yakalayın. Çünkü Miyajima adasında yüzlerce yıldır milyonlarca insanın bıraktığı bir maneviyat birikimi var, sizi çeken etkisi altına alan. Bu maneviyat sadece tapınaklarına kutsal mekanlarına değil adadaki her taşa, toprağa, ağaca, geyiğe, ceylana (Enes) sirayet etmiş durumda.
Japonya’nın her köşesi gibi, adanın şirin sokakları size eşsiz hediyelikler ve özgün lezzetler sunmakta. Japonların sadece suşi yediğini düşünenler, oraya gittiklerinde karşılaşacakları mutfak ve yemek kültürü ile şoka uğrayacaklar. Tatlılarından, tuzlularına, deniz mahsullerinden, et yemeklerine o kadar zengin bir kültür ki insan her saat bir lezzeti tatsa tamamını deneyimlemesi bir ömür alabilir.
Miyajima adası tamamiyle maneviyatın ağır bastığı bir ada, mistisizm dışında herhangi bir gidilme sebebi yok bana göre ama yine de herkes aynı maneviyattan haz almıyor olabilir, mimarisi, doğal güzelliği, balinaları dahi görebileceğiniz akvaryumu, Japon geleneklerini deneyimleyebileceğiniz workshopları da turunuza dahil edebilir maneviyatı sıfır bir kişi dahi olsanız muhteşem duygularla adadan ayrılacağınızı garanti ederim.


Covid etkisiyle evlerimize kapandığımız şu günlerde; her ne kadar ülkemizin mevcut ekonomik koşullarımız bizi covid kadar hareket etmekten alıkoysa da, yeni yerler keşfetme, tekrardan seyahat edebilme umutları ile yüreğimizi sıcak tutalım istiyorum. Her ne kadar günümüz Türk insanı için en ulaşılmaz ülkelerin başında Japonya yer alsa da, eğer bir gün fırsatını yakalarsanız bir an bile tereddüt etmeden bu eşsiz ülkeyi görün, kesinlikle hayatınızda yaptığınız en anlamlı işlerden birini gerçekleştirmiş olacaksınız.