BALABAN

O sabah güneş tüm güzelliğiyle kıyıları ıstmaya başlamıştı Kurander Adası’nda.Tüm ada sanki yeniden doğuyordu bütün güzelliğiyle güne eşlik ederek. Balaban’da güneşin doğuşunu seyrediyordu adanın bir ucunda yalnız ama yapayalnız değil. Adanın bu kısmına gelmek ve sorgulamak en sevdiği eylemiydi. Kendisini, adasını, dedesini ve aklına gelen tüm olguları korkusuzca sorguluyordu kendi içinde. Bu adada en sevdiği kişi dedesi Daldalan ve de adanın en güzel kızı olan Güldeste’idi onları düşünüyordu burada ara sıra ve onlara olan sevgisini.

Dedesi adada milli bir kahraman olarak biliniyordu. Adanın dışına çıkan tek kuş o olduğundan yaşayan bir efsaneydi dedesi onun ve adadakilerin gözünde aynı zamanda annesi Gülbeyaz’ı ise hiç görmemişti Balaban, babasını ise çok küçük yaşta kaybetmişti. Onu dedesi büyütmüştü güzel hikayeleriyle beraber.Dedesi bu adanın dışına çıkmış olsa da fazla uzaklaşmamıştı bu çevrelerden yakında bulunan benzer özellikteki takım adalara gitmiş ve geri gelmeyi başarmıştı. Bütün evrenin kendi yaşadıkları küçük adadan ibaret olduğunu sanan bir toplum için, bu küçük başarının bile ne kadar önemli olduğunu biliyordu Balaban.

Balaban dedesi gibi gözü pek , sürekli sorgulayan ve de yeni yerleri keşfetme arzusuyla yanan genç,güçlü yakışıklı bir kuştu. Daha ilk gençlik yıllarında adada Alev Dağı olarak bilinen ve de tüm kuşlar tarafından korkulan, gidilmesinin adadaki kuşları lanetleyeceğine inanılan Alev Dağına gitme isteği doğmuştu içinde. Alev dağının içindeki büyük ve güçlü kuşun onları koruduğu inancı hakimdi adada fakat bu düşünce Balaban’a hakim değildi.

Fakat balabanın içindeki bu his her gün kuvvetleniyordu ,onun oraya gidip bakmamsını ve de Alev dağı nın nasıl bir yer oldugunu öğrenmesi gerektiğini söylüyordu. Balaban bu içinden gelen merak duygusuna direnemeyip bir gün tek başına Ateş Dağı na gider ve orasının aslında hiç de anlatıldığı gibi bir yer olmadığını görür. Fakat bunu adasındaki diğer kuşlara anlatmaya bir türlü cesaret edemez. Çünkü onlar bu durumdan çok mutluydular ve Balaban bu mutluluğa son vermek istememekteydi. Yine de içinde bir yerde bütün her şeyi anlatması gerektiği dürtüsü büyük bir tezat yaratmaktaydı adadaki kuşlara gerçeği anlatmalı mıydı yoksa onları inançlarıyla yalnız mı bırakmalıydı tam olarak karar veremiyordu.

Ve bir gün dedesiyle konuşurken dayanamadı ve Ateş Dağı na gittiğini ve orasının hiç de anlatıldığı gibi bir yer olmadığını söyledi. Ve büyük bir dikkat ve tedirginlikle dedesinin tepkisinin ne olacağını bekledi.Dedesi bir an bekledikten sonra onun beklentisinden çok farklı bir şekilde hafif bir gülümseme ile birlikte Balaban ,cesur Balaban dedi.Ve de devam etti sözlerine hafif gülümseyerek ama aynı zamanda gayet ciddi bir şekilde, sen oraya sadece kendinin mi gittiğini zannediyorsun ? Balaban dedi.

Sana sadece şunu ssöyleyeyim bu adadaki kuşlerın üçte biri en az bir kere gitmiştir Ateş Dağı na. Aslında cesaret oraya gitmek de değil, oraya gittiğini kendine ve başkalarına söyleyebilmek ve bu söylediğine inanabilmektir. dedi dedesi Daldalan ve devam etti sözlerine bu adada hayatı daha mutlu ve anlamlı kılmak için bizim bu tür inançlara ihtiyacımız var, onlar bizim zor anlarımızda tutnacak dallarımız .

Bu konuşma balabanda şok etkisi yarattı çünkü konuşmanın bu şekilde gelişeceğini hiç düşünmemişti ama yine de dedesiyle aynı görüşte değildi o aslında çok daha farklı düşünüyordu ama galiba daha tüm düşüncelerini söyleyebilecek olgunluğa ve cesarete erişememişti.

Karşısındaki dedesi değil de başka biri olsa belki çok daha cesur olabilirdi. Ne de olsa dedesi onun ve adadakilerin çok değer verdiği biriydi ve Balaban da dedesinden çok etkilenmişti, ona di

rekt karşı gelmeyi yanlış buluyor ona büyük bir saygı gösteriyordu. Bununla beraber içinde bir yerlerde başka güzel adaların da olabileceği, bu adada nasıl kendileri varsa bu koca evrende başka canlıların da olabileceği düşüncesi vardı. Kendi özünde bu duygular ,dürtüler sürekli dans ediyorlardı ve düşüncelerini de etkiliyordu bu dans. Kendi kendine soruyordu düşüncelerim mi duygularımdan etkileniyordu yoksa duygularım mı düşüncelerimden etkileniyordu acaba neydi bu duygu ve düşüncelerin gerçek kaynağı?

Bütün bu sorular bir yanda bir de Güldeste vardı adanın en güzel kuşuydu hiç şüphesiz ona karşı garip ve güzel duygular besliyordu .Onun yanında bir başka güzel uçuyordu, bir başka güzel şarkı söylüyordu ve bir başka güzel atıyordu kalbi. Hani karşılıksız da değildi duyguları, bunu da biliyordu bu da ayrı bir haz veriyordu ona.

O hem bu adaya ait olma hem de bu adaya ait olamama duygularını beraber yaşıyordu ve bu zıt kutuplar kendi içinde büyük fırtınalr yaratıyordu. Çelişkileri, diğer canlılarla olan ilişkileri,merakları, duyguları ve istekleri onu hep farklı yerlere çekiyordu.

Bütün bu düşüncelerinin dışında, Balaban adanın güçlü, yakışıklı ve de saygın gençlerinden biriydi. Bunu dedesinin ve babasının saygınlığı da pekiştiriyordu, ve onu adanın en gözde kuşu yapıyordu. Peşinde bir sürü güzel kuş vardı ama o umut vermeye de umut almaya da kesinilkle karşıydı. Diğer canlılarla ne olursa olsun samimiyetten yanaydı ve rol yapmak onun özüyle hiç uyuşmuyordu.

Her mevsim sıcak olan küçük bir tropikal adaydı Kurander, yalnızca bir kaç ay yağmur yağardı aralıklarla diğer bütün zamanlar güneş var gücüyle bu adaya hizmet ederdi. Balaban da mutluydu bu küçük dünyada dedesi, güldeste ve diğer bütün arkadaşlarıyla beraber. Adada huzur hakimdi, yeteri kadar yiğecek ve içiecek vardı, sadece çiftleşme zamanı bazen kavgalar oluyordu bunlara da anlam veremiyordu zaten Balaban. O hiç böyle bir kavganın içinde yer almadı ama adada kimse kin tutmazdı bu kavgalarda unutulurdu hemen zaten.bütün bunların yanında yalnız kalmak ve yalnız dolaşmakta onun için vazgeçilmez bir duyguydu ve ömür boyu yalnız dolaşabilirim diyordu kendi kendine.

Bir sabah gün doğmadan daha güneşin doğuşunu izlemek için tek başına Ateş Dağının arkasına gitti. Kuşlar bu bölgeye pek gelmezdi. Çünkü onların yedikleri yemişleri barındıran ağaçlar adanın diğer tarafında idi.Burası onun için çok özel bir yerdi, babasıyla beraber ölmeden önce güneşin doğuşunu buradan seyretmişlerdi son kez.

O sabah farklı bir durum söz konusuydu alışık olmadığı bir manzara karşısında belirmişti.

Uzaktan deniz kıyısına baktığında denizin üstünde yüzen büyük balığı gördü. Daha önce birkaç kere daha görmüştü böyle denizin üstünde yüzen balıkları fakat hiç biri adalarına bu kadar yaklaşmamıştı. Kıyıdaise daha önce görmediği garip canlılar küçük bir öbek oluşturmuşlardı.

İçinde bir anda onlara daha yakından bakma isteği oluştu ve o yöne doğru kanatlarını çırpmaya başladı ve bir an dedesinin sözleri aklına geldi hayatta nereye gitmek istiyorsan o yöne bak ve zamanı geldiğinde kanat çırpmaktan asla korkma.

Bir kaç dakika sonra kıyıdaki balığın üstüne korka korka da olsa kondu ama bu balıkta ruh yoktu,o canlılığı hissedememişti. Bu adadaki ölü ağaçlar gibi ağaçlardan yapılmış bir balıktı.

Şimdi sıra kıyıdaki garip canlıların yanına gitmeye gelmişti. Onlardan en küçük olanınn yanına kondu, hepsi birden ona doğru baktı ve birden uzun saçlı olan hızlıca küçük olana doğru koştu ve onu kucakladı onu tüm gücüyle sardı. Bu anda büyük ve güçlü olan ise ortalığı sakinleştiriyordu diğer bir küçük olan ise bana doğru yaklaştı ve garip garip yüzüme baktı bu canlılar gerçekten daha önce gördüklerinden çok farklıydılar.

Sonra büyük ve güçlü olan, Balaban a bir parça yiyecek verdi, daha önce yemediği bir yiğecekti tadı da baya hoştu hani, onu takip etti Balaban, bir parça daha verdi bu canlılar baya iyi yürekli canlılardı anlışalan. Derken üzerine gökten bir şeyler indi tanımlayamadığı karabulut gibi bir şeydi, Ateş Dağının lanetiydi bu aklına ilk bu gelmişti, nefes alabiliyor fakat kanatlarını hareket ettiremiyordu. Güçlü bir şekilde sanırım ilk defa ölümü hissetmişti o an.

Ölümün ne zaman, nereden ve ne şekilde geleceği belli olmaz , ona göre yaşarken her anın kıymetini bil çünkü bir daha o ana geri dönemezsin ve o anın fırsatları da sana geri dönemez. Pişmanlıklardan arınmış bir yaşam için anın ve eylemin kıymetini bil demişti dedesi ona Bir anda bütün bunları nasıl hatırladığına şaşırdı ama korkusu ve tedirginliği azalmamıştı. Sonra güçlü olan onu bir kafese koydu, burada su ve yemek vardı ama o alışık değildi bu şekilde sınırlandırılmaya kendi adasında bile kendini kafeste hissediyordu şimdiki durumunu siz düşünün. Birden sordu yine kendi kendine zaten kafeste olduğumuzu anlamamız için başka bir kafese mi girmemiz gerekliydi illa.

Bütün olanlara rağmen Balaban hayatı irdelemek ve düşünmek için hoş olmasa da iyi bir fırsat bulmuştu.Burada küçük kafesinde ne uçabiliyor , ne gezebiliyor ne de gündelik hayatın sıradan işleri ve alışkanlıkları için zaman harcıyordu. Önüne yiyeceği geliyordu suyu da yaşaması için gereken tüm şartlar sağlanmış gibi gözüküyordu. Bu şekilde kendi yemeyiğini kendi dalından toplamadan, Güldeste ,diğer arkadaşlarıyla tatlı bir rekabet olmadan yaşanabilir miydi acaba. Cevabını hemen bulmuştu bu sorunun, sonra bu soru bile ona çok anlamsız geldi ona ,böyle bir düşünce söz konusu dahi olamazdı. Bu şekilde ne kadar rahat olursa olsun hiçbir canlı özüne aykırı yaşayamaz dedi kendi kendine.

Günler birbiri ardına gelip geçiyordu yeni kafesine alıştığını hissediyordu kafasında şimdilerde farklı düşünceler oluşmaya başlamıştı.Özellikle yalnızlık ve özgürlük üzerine acaba gerçekten yalnızlıktan kurtulunabilir mi ve acaba gerçekten tam anlamıyla özgür olunabilir miydi? O da bilmiyordu cevapları birilerinin bildiğini de sanmıyordu ya ama yine de bulmak istiyordu tüm sorularının cevaplarını.

Sonra ait olma duygusu kaplıyordu yüreğini, Güldeste geliyordu aklına onu düşünüyordu şimdi ondan uzakta daha çok seviyordu onu.

Alışıyordu gerçekten kafesine, ilk günler sessiz sessiz duruyordu kafesinde şimdilerde ise hüzünlü de olsa bir kaç şarkı mırıldanıyordu ara sıra.Yiyecek ve içecek konusunda gerçekten bir problemi yoktu bolca vardı ikisinden de. Hareket de etmediğinden şişmanlamaya bile başlamıştı, bir kaç gram bile onun uçuşu, çevikliği ve estetiği açısından çok önemliydi. Evet önceleri çok önem verdiği bu hususlar şimdilerde çok önemsizdi gözünde.Küçük olanlar ara sıra yanına gelip ona garip hareketler yapıyor ve ilginç sesler çıkartarak ona ilgi gösteriyorlardı bu da aslında onu kafesindeyken mutlu eden tek olumlu gelişmeydi aslında, biraz ilgi ve birilerinin varlığının farkında olması .

Yalnızlık onun için hep iyi bir kaçamak olmuştu. Onun en yakın dostuydu her zaman ama hiçbir zaman bu kadar yalnız kalmamıştı hayatında ve şimdi gerçek yalnızlığı tanımıştı ve acaba yalnız yaşayabilir miyim ömür boyu? Diye soruyordu kendi kendine önceleri bu sorunun cevabı tereddütsüz bir şekilde evetti fakat şimdi sanırım cevap değişmişti onun kafasında.Geçmişe duyduğu özlem hergün artsa da yeni ortamına alışma hızı da aynı oranda artıyordu. Artık kendisine ilgi gösterenlere o da ilgi gösteriyor, değişik şarkılarla karşılık veriyordu onların ilgilerine.

Günler bu şekilde gelip geçerken bir sabah güneşin doğuşundan hemen sonra gözlerini açıp uykusundan uyandığında yepyeni bir dünyayla karşı karşıya kalmıştı denizin üstünde yüzen balıklardan yüzlercesi kıyıya yanaşmıştı, kimileri çok büyük, kimileri nispeten çok daha küçüktü, kıyıda ise o adasındaki güzel sıcak ağaçlardan değil renksiz, soğuk ve biraz da grimsi büyük yapılarla kaplıydı. Bununla beraber kıyıda çok yoğun, telaşlı bir hareketlilik vardı. Herkez bir yerlere koşuşturuyordu bu arada bu garip canlılardan burda çok fazla vardı onları sayamıyordu bile. Büyük bir şaşkınlık hakimdi tüm bedenine ve ruhuna bu varlıklar ve çeşitli mallar bir oraya bir buraya sürekli hareket ediyorlardı.

Derken onu yakalayan büyük adam ona Alaca adını takmıştı Balaban. Balaban a o bir şeyler dedi Alaca fakat anlamadı onu Balaban. Sonra onun kafesini yakalıyıp harekete koyuldu tam bu sırada küçük dostları ağlamaya başlamıştı o daha da şaşırdı olanlara bir anlam

veremedi Alaca çocuklar yokmuş gibi davrandı adeta. Şimdi gizemli kayaların arasında yürümeye başlamışlardı beraber çocukları ve denizi özlemeye başlamıştı birden bu alışkanlık ilginç bir duyguydu .

Uzun caddelerden, kalabalık sokaklardan geçtikten sonra, küçük bir kapıdan içeri girdi Alacayla beraber. Burası bu garip şehirde gördüğü en renkli yerdi daha önce gördüğü görmediği yüzlerce canlı vardı burada balıklar, kuşlar, kertenkeleler bunların bazılarını tanıyordu daha önceden. Alaca masada duran kendine benzeyen birinin yanına gitti onunla hararetli hararetli konuşmaya başladı bu arada bir kafes dikkatini çekti bir kuş vardı içinde onun adasındandı bu kuş fakat onu daha önce hiç görmemişti birden inanılmaz bir şekilde heyacanlandı. Bu arada alaca ile diğerinin konuşmaları devam ediyordu derken diğer adam cebinden bir şeyler çıkartı ve Alacaya verdi Alacanın yüzünde bir tebessüm belirmişti. Bu yeni adam Balaban ı aldı kafesten ve onu o gördüğü, onun adasındaki kuşun yanına koydu .Bu arada herkez susumuştu sanki bütün gözler onun üzerindeydi bu ona ilk başlarda bir rahatsızlık verse de kısa sürede alıştı.

Hemen konuşmaya başladı, ne de olsa uzun zamandır kendi cinsinden birisini görmemişti fakat biraz garip davranıyordu bu kız, hiç onun adasındakilerin davranışlarına benzemiyordu onun davranışları. İsminin ne olduğunu sorduğunda isminin olmadığını öğrendi Balaban buna çok şaşırmıştı ve hemen bundan sonra senin adın Güldeniz olsun dedi.

Sonradan öğrendi ki o burada doğmuş, sonra annesini, babasını ve kardeşlerini ondan ayırmışlar başka başka insanlara satmışlardı. O da uzun zamandır yalnızdı daha doğrusu sadece bir kaç hafta beraber olabilmişti yakınlarıyla. Bu yüzden davranışları garipti biraz Güldeniz de sonra kendinden bahsetti ben dedi aslında burada arkadaşlarımla beraber mutluyum. Yiyecek içecek sorunumuz yok, geniş ve ferah bir yuvamız var daha fazla ne olabilir ki .Bütün bunlar Balaban da şok etkisi yaratı ve kendi dünyasından bahsetti biraz ona adası bile küçük geliyordu eskiden ona burada ise Güldeniz e bu küçük kafes bile saray gibi geliyordu. Ona ağaçlardan, kurander adasından bahsetti ,denizin güzelliği güneşin ve mehtabın büyüsünden çok etkilenmişti Güldeniz. Balaban ise böyle bunları bilmemesine çok şaşırmıştı gerçekten birbirinden farklı çok değişik hayatlar vardı bu koca evrende.

Güldeniz nasıl böyle yapayalnız yaşıyabiliyorsun dediğinde Balaban o aynayı gösterdi ve dedi ben tam olarak yalnız değilim bak arkadaşım sen de tanış. Balaban şok üstüne şok yaşıyordu . Daha önce bu kadar net değil ama adadaki gölette de görmüştü kendi yansımasını,ve Güldeniz in bunu gerçek bir kuş sanmasını bir türlü anlamamıştı, canlılar sanal olan bu tür yansımaları nasıl gerçek zannedebiliyorlardı böyle bir şey çok anlamsız geldi ona.ve Güldeniz in yanına gitti, dokundu yavaşça ona sonra hissettin mi dedi şimdi de git o yansımaya dokun dedi Güldeniz de şaşırmıştı. Ve Balaban bir an dedesi gibi konuştu ve gerçeğin yerini böyle nasıl sanal olanın almasına izin veririsin hiçbir aklı başında yaratık gerçekle, ruhu olanla sanal olanı değişmez dedi.

Gerçekten bu konuşmalar Güldeniz i çok etkilemişti bir anda hayata bambaşka pencerelerden bakmaya başlamıştı bunun yanında daha önce hiç hissetmediği duyguları da hissetmeye başlamıştı. Balaban ona dokunduğunda bir de vücüdu elektriklenmişti. Garip bir duyguydu bu da ve Balaban da aynı şekilde etkilenmişti Güldeniz den. Bir anda aklına Güldeste geldi. İkisini birden seviyordu şimdi acaba bu mümkün müydü o bundan önce sevdiğini hep tek olarak düşünmüştü, adada başka kuşlar da vardı ama hiçbirine evet Güldeste den başka hiç birine bu şekilde sevgi göstermemişti. Ama şimdi yaşamıyla beraber duyguları da mı ne değişiyordu acaba kendi kendine tekrardan sordu aynı anda iki kuşa birden aşık olabilir miydi bu iki duygu da aynı derece de olabilir miydi ya da ikisine birden beslediği bu duygunun adı neydi nasıl bir duyguydu bu?

Ve Balaban fazla düşünmeden hayatı bu noktada akışına bırakmaya karar verdi. Bütün bu karmaşık duygular bedenini ve ruhunu ele geçirmişti. Bu birkaç gün onlar için samanlık seyran olmuştu. Birlikte şarkı söylüyorlar, oyunlar oynuyorlardı. Sanki her şeyi

unutmuşlardı, kapılmışlardı bir duygu seline gözleri başka hiçbir varlığı görmüyordu birbirlerinden başka. O kadar yakınlaştılar ki bir gece tamamen birbirlerinin oldular.

Ve ertesi gün bu mutluluklarının zirveye çıktığı andan hemen sonra bir adam geldi ve Balabanı satın almaya karara verdi. Balaban tam yeni ortamına alışmıştı ki hayat tekrardan onu farklı oyunlar oynamaya başlamıştı . Yeni sahibi ile beraber tekrar şehrin kalabalık caddelerinden geçerek iyiden iyiye uzaklaşmaya başlamışlardı Güldeniz den.bir ara denizde yüzen balıklar gibi karada yüzen ruhsuz balıklara bindiler ve indiler şehrin kalabalık ve gürültüsüne alışmıştı, hayvan dükkanındayken. Şimdi geldiği yer çok daha tenha ve sessizdi üç beş insan ancak vardı sokaklarda. Yeni sahibi ile beraber daracık yolardan geçerek en sonun da yeni evine geldiler içerde küçük çocuklar onu bekliyordu ve birde büyük biri vardı ararlında bu kişi bu evin hanımı olmalıydı artık insanları tanıyordu.Çocuklar onu gördüğünde çok büyük bir gürültü kopardılar,çılgına dönmüşlerdi,çok sevinmişlerdi böyle bir sahneyi daha önce yaşamış gibiydi o da mutlu oldu biraz artık en ufak olumlu gelişmeden mutlu oluyordu. Bir kaç gün yeni evini ve kafesini gözlemledi. Çocuklar ilk günler ona çok fazla ilgi göstermişlerdi fakat bu hiçte uzun sürmemişti. Ona olan ilgi ve sevgilerini çok çabuk tüketmişlerdi. İlk günler şarkı söylerken şimdilerde sessiz sessiz oturup düşünüyordu. Bu insanları anlaması gerçekten çok zordu onu alan adam her sabah erkenden evden çıkıp akşam geç vakit eve dönüyordu sonra birlikte yemek yiyorlardı aslında her zaman birlikte değildiler ama genelde birlikte olmaya çalışıyorlardı herhalde.ve daha sonra beraber o kutuda ne varsa ona bakıyorlardı saatlerce sessizce ve hareketsizce adeta büyülenmiş gibiydiler..

Sonra yine Kurander adasını düşünmeye başladı bir an orada ne zaman üç beş kuş bir araya gelse asla böyle sessizlik olmaz hep beraber şarkı söylerler, oyunlar oynarlar ve birbirleriyle sürekli iletişim halinde olarak sevgi ve ilgilerini paylaşırlardı gerçekten.. Aklına tekrardan onu buraya getiren adam geldi o bu kutuya saatlerce baktıktan sonra kalkar gider yatardı ve ertesi gün tekrardan kalkıp aynı işleri tekrardı. Çocuklara ise her gün yeni bir oyuncak alınıyordu odanın bir yanı eski oyuncaklarla doluydu aslında hiçbiri daha eskimeye fırsat bulamamıştı. Nispeten diğerlerinden daha büyük olan çocuk her sabah bir yerlere gidiyor fakat o babası gibi geç değil daha erken eve dönüyordu. Fakat her gün eve döndüğünde o da farklı bir kutunun başına geçiyor, konuşmadan ve kardeşleriyle ilgilenmeden öylece tek başına bütün gün oturuyordu. Evin annesi ise ara sıra sesini yükseltiyor ve telaşlı telaşlı evin günlük işleriyle vakit geçiriyordu arada da o kutunun karşısına geçip saatlerce kıpırdamadan ona bakıyordu.

Balabanın içine sinmeyen bir şeyler vardı, bu şekildeki yaşamaya bir anlam veremiyordu, bir yerlerde bir yanlış olduğunu biliyordu fakat söyleyemiyordu.

Yeni evinde epeyce bir zaman geçmişti o buraya da alışmaya başlamıştı. Dışarıda mevsim değişmişti artık güneş alışık olmadı şekilde kendini pek göstermez olmuştu. ne olsa ait olduğu yerde güneş her zaman cömert davranıyordu onlara gerçi evin içersinde sıcaklık ve ortam onun alışık olduğu gibiydi güneşin olmamasına rağmen .

Bir gün evin babası kafesin kapağını açtı elleriyle garip hareketler yaparak Balban a gel git anlamında bir şeyler diyor, uçmaya teşvik ediyordu onu.Bunu yeni öğrenmiş olmalıydı.

Balaban da eline geçen bu fırsatı değerlendirmekte pek geç kalmak istememişti ne olsa çok uzun süredir uçmaya hasret bir şekilde kafesinde öylece pinekliyordu. Hemen uçmaya koyuldu fakat o da ne daha bir metre bile uçamadan hemen konabileceği en yakın yere kondu nefes nefese kalmıştı Balaban, galiba biraz da kilo almıştı. Eski günleri aklına gelmişti saatlerce hiç konmadan duraksamadan uçabiliyordu. Bir kaç denemeden sonra evin içinde uçabilecek hale gelmişti. Ne de olsa uçmak onun doğasında vardı ve bunu istediği sürece hiçbir güç onun doğasını gerçekleştirmesine engelleyemezdi. Çünkü doğasında olanı yaşamayı kişinin kendisinden başka hiçbir güç engelleyemezdi

Artık Balabanı her gün bazen de günde birkaç kere salıyorlar, uçmasına da izin veriyorlardı. Onun için günler uçacağı anı beklemekle geçiyordu artık . İlk seferler her ne kadar kafesine girmek istemese de yoğun bir baskı görünce artık alışmıştı gerçi bu kafese girme alışkanlığı baskıdan mı yoksa nasıl olsa tekrar uçmasına izin vereceklerini bilmesinden mi kaynaklanıyordu bilmiyordu.

Günlük yaptığı bu pratikler uçuşunu eskisi gibi olmasa da baya ilerletmesini sağlamıştı. Artık iyi manevralar yapabiliyor havada hızlanıp, yavaşlayabiliyor istediği yere konabiliyordu. İşte yine günlük uçuşlarını yaptığı bir anda, evin normalde, o dışarıdayken kapalı tutulan pencerelerinden birinin açık olduğunu gördü. Kendi kendine şimdide dışarıda uçmama izin verecekler herhalde dedi ve hiç tereddüt etmeden kendisini dışarıya attı. Şehirde dolaşıyordu şimdi yalnız eski günlerde Ateş dağının arkasına gittiği gibi. Ancak buraları o kadar iyi bilmiyordu ve evinden oldukça da uzaklaşmıştı, yorulmuştu, karnı acıkmaya başlamıştı ve etrafta konabileceği tek tük ağaçlar vardı, yiyebileceği ise hiçbir şey yoktu etrafında. Dolaşmaya devam etti bilmediği bu şehirde birkaç ufak kuşun çöp tenekesinin etrafındaki kırıntıları yediğini gördü fakat tam oraya gitmeye niyetlenmişken bir kedi ansızın çıka geldi ve bütün küçük kuşları dağıttı, oradaki kuşlar da hemencecik kaçıştılar o da kediyi görünce içgüdüsel olarak oraya gitmekten vazgeçti ama tünediği dalda midesi iyiden iyiye kazınmaya başlamıştı kendi kendine eğer gerçekten çaren yoksa üstüne üstlük bir de kaybedecek bir şeyin yoksa sanırım artık cesur olmamak için de bir sebebin kalmıyor dedi ve gözünü iyice karartıp kırıntılara doğru kafayı çevirip hızlıca kanatlarını çırptı.

Birkaç lokma yedi bu kadar yeterliydi ilk sefer için karnı o kadar açtı ki normalde uçup kontrol edip etrafı tekrar geleceğine o yemeye devam etti. Bir lokma bir lokma daha derken kanatlarının birine bir pençe saplandı daha önce hiç böyle bir acı hissetmemişti. Canavar kedi, pis ve açtı acımasızca gözlerinin içine bakıyordu o da kıpırdamadan karşısında duruyordu bir kez daha ölümü tüm gerçekliğiyle hissetmişti. Derken koca kapkara bir kuş bütün gök yüzünü kapladı kediye bir darbe vurdu ki kedi dahil herkez şaşkına dönmüştü kimse böyle bir davranışı beklemiyordu bu beklenmeyen davranış Balaban için iyi bir kaçma fırsatı yaratmıştı. Hemen kanatlarını çırptı ve en yakın dala kondu. Birkaç saniye sonra o büyük kara kuş yanına geldi. Ona benzer kuşları bu şehirde daha önce görmüştü fakat bu kadar büyüğüne hiç rastlamamıştı. Meraba dedi kara kuş benim adım Karayel sen buralarda yenisin ve buralara ait değilsin anlaşılan dedi Karayel büyük bir soğukkanlılıkla.

Balaban tüm başından geçenleri anlattı bir bir Karayel’e. Karayel’de hiçbir şaşırma belirtisi oluşmamıştı hala soğukkanlılığını koruyordu. Ben dedi Balaban tam 172 yaşındayım benim küçük yeni dostum, bu şehir ve insanlar ve senin gibi farklı dostluklar çok şey öğretti bana sana yardımcı olacağım seni Güldeniz in olduğu dükkana götüreceğim ve onu bulmanı sağlayacağım dedi.

Balaban oldukça mutlu olmuştu fakat yarasının sıcaklığı geçmiş ve acısını hissettirmeye başlamıştı neyse ki yanında şimdi güvenebileceği biri vardı güvenin ne kadar önemli olduğunu düşündü ve herkesin gerçekten güvenebileceği birilerine sahip olmasını diledi kendi içinden. Bu arada Karayel gerçekten çok bilge bir kuştu ağzıyla bazı yaprakları öğütüp hamur haline getirdi. Sonra da Balaban a pansuman yaptı, Balaban bir gün sonra uçabilecek hale gelmişti, onu çabuk iyileştirmişti Güldeniz e olan kavuşma isteği.

Hemen yola koyuldular bak dedi Karayel bu insanlar bu evrenin en garip yaratıklarıdır. Eskiden bu şehir bu halinden çok farklıydı şu an yaşanmaz bir hale dönüştü. İnsan kadar doğasına aykırı yaşayan başka bir canlı görmedim ben bu yaşıma kadar.

Dört beş saat sonra dükkanın önüne geldiler fakat eskiden bu şehrin en canlı noktası olan bu dükkanda ses seda yoktu üstelik camlar kırılmış, içersini simsiyah bir sis kaplamıştı ve kötü kokular hala etrafa yayılmaktaydı.Balaban bir anda dona kalmıştı ne hareket ediyor ne de ne yapacağını biliyordu, ağzından bir kelime laf çıkmıyordu.

En yakın ağaca uçtu Karayel o da onu takip etti bilinçsizce bir kaç saniye daha öylece baktılar dükkana Karayelle aniden yan daldaki kuş dikkatlerini çekti. Bu genç kuş Balabanla aynı cinsti onun adasından olmalıydı fakat daha önce onu hiç görmemişti o adasındaki bütün kuşları tanırdı . Hemen yanına gittiler kuşta onları görünce oldukça şaşırdı Balaban muhabbete başlamak için ismini sordu kuş benim adım Balaban dediğinde bizim Balaban bir kez daha inanılmaz bir şaşkınlığa düştü. Kuşa kendi adının da Balaban olduğunu söyledi. Genç Balaban her şeyi anlatmaya başladı üç gün önce dükkanda çıkan büyük ve korkunç yangını bir çok hayvanın zehirlenerek ve yanarak can verdiğini annesinin gözleri önünde zehirlenmesini ve elinden hiçbir şey gelmemesini daha sonra gelen itfaiyecilerin bütün kafesleri boşalttığını bu sayede bazı hayvanların kurtulabildiğini her şeyi anlattı.

Dükkanın tamamen yandığını annesi Güldeniz den başka kimsesi olmadığını bu dükkandan başka gidecek yerinin de olmadığını söyledi. Üç gündür bu dalda aç, susuz dükkana baktığını ekledi ve tekrar annesi Güldeniz den başka kimsesinin olmadığını söyledi ve ben de burada ölmek istiyorum diyerek karamsar bir şekilde sözlerini bitirdi.

Balaban inanılmaz bir şaşkınlık ve ondan çok daha büyük bir acıyı beraber yaşıyordu oğlu yanındaydı sevdiği ise şimdi çok uzaklarda… Bir türlü Balaban a babası olduğunu söyleyemedi niçin söyleyemediğinin cevabını ise hiçbir zaman bulamadı.

Balaban daha sonra Kurander adasından ve oradaki kuşlardan onların hayatlarından bahsetti küçük Balabana bu sırada Karayel tüm soğukkanlılığını koruyordu her zamanki gibi bir ara söze karıştı ve siz kurander adasına aitsiniz ve bir an önce ait olduğunuz yere gitmelisiniz çünkü bu iklim bu şehir sizin doğanıza uygun değil yakında mevsim değişecek ve soğuklar başlayacak acele etmezseniz bu şehirde soğuk ve açlıkla baş edemeyerek hayatınızı kaybedeceksiniz. İşte bu yüzden bir an önce adanıza doğru kanat çırpmaya başlayın..

Karayelin bu sözlerinden sonra Balaban söze karıştı ve dedi Karayel senden son bir isteğim var bizi benim buraya ilk geldiğim limana götür ve orada güneye giden büyük yüzen balıklardan birine bizi yerleştir. Biz ait olduğumuz yere gidiyoruz. Karayel tamam dedi o zaman vakit kaybetmeyelim fakat tam bunları söylerlerken baba ve oğul annelerinin öldüğü dükkana doğru kanat çırptılar aynı anda birbirinden habersiz ve dükkanın içine girdiklerinde yanmış kafesin içinde geçerek kendi tüylerinden bir tanesini kafese bıraktılar ve Karayel e doğru geri döndüler hiçbir zaman soğuk kanlılığını kaybetmeyen Karayel bile bu acıklı sahne karşısında kendisini tutamamıştı ve bir damla yaşın gözünden süzülmesine izin vermişti. Kısa sürede geri dönmüşlerdi onların dala konmalarını beklemeden uçmaya başladı Karayel ve onlarda onu takip ettiler kısa bir süre sonra Balaban burayı hatırlamıştı bu şehre ilk olarak bir kafes içersinde geldiği bu limana, şimdi özgürlüğünü elde etmiş ,bir oğul kazanmış ama bir sevgili kaybetmiş olarak geri dönmüştü, bütün bunlara değer miydi acaba diye düşündü sonra genç Balabana baktı soru cevabını bulmuştu sonra aklına Güldeste geldi acaba onun başına neler gelmişti o nasıldı şimdi.

Balaban bütün bunları düşünürken Karayel işte dedi bak şu en büyük olan gemi o sizi ait olduğunuz coğrafyalara götürür, o gemiye binin ve yolunuz açık olsun dostlarım..

Balaban ve oğlu Karayele çok teşekkür ettiler ve Balaban bir tüy kopardı bedeninden Karayele uzattı Karayel bunun anlamını biliyordu bir günde ikinci kez soğukkanlılığını yitirdi ve gözünden yaşların akmasına izin verdi Balaban da bunun ne anlama geldiğinin biliyordu hiç konuşmadılar. Bir süre birbirlerine baktılar sadece ve Karayel şehre doğru Balaban ve oğlu da gemiye doğru uçtular.

Gemi gerçekten şimdiye kadar gördüklerinin en büyüğü idi Balabanın. o güne kadar böyle bir varlık görmemişti genç balaban ise …Gemi, onlar bir kenara tünedikten hemen sonra, harekete geçti engin sulara doğru hızla ilerlerken Balaban oğluyla her ne kadar oğlu bunu bilmese de garip bir hüzün içersinde Kurander e doğru gitmenin sevincini

yaşıyordu.

Birkaç gün saklandıkları yerden hiç çıkmadılar şimdi hafif hafif geminin çevresinde uçup ara sıra geminin yelken direklerine konuyorlardı. Geminin tayfaları da onların farkına varmıştı, ilk olarak onların nerden çıktıklarına bir anlam veremediler ama Balaban artık insanları tanımıştı, tayfalardan bir kısmı onlara yiyecek bir şeyler veriyordu Balabanda onlara güzel şarkılarla karşılık veriyordu. Şu an için her şey istedikleri gibi gidiyordu. Bir an önce yolculuğun bitip adasına kavuşmanın özlemiyle yanıyordu Balaban bu sırada oğlu genç Balabana dedesinin ve kendinin hatta Karayelin bütün öğretilerini öğretiyordu genç Balabanda çok zekiydi ona ilginç sorularla karşılık veriyor, her söylediğini büyük bir dikkatle dinliyor ve hafızasına alıyordu.

Birkaç gün sonra genç Balaban uyandığında babasını acılar içinde kıvranırken buldu. Daha önce kedi tarafından yaralanan Balabanın yarası tam olarak kapanmadan mikrop kapmıştı ve şimdi bu yara tüm vücudunu sarmıştı aniden ölümünü hissetti Balaban bu sefer gerçekten ölecekti daha öncede hissetmişti ölümün soğuk nefesini ensesinde fakat bu sefer farklıydı ölüm onun içine girmişti artık. Küçük balaban ise ikinci kez ,annesinden sonra yeni tanıdığı aslında tam olarak da tanıyamadığı babası olduğunu bile bilmediği Balabanı kaybetmenin acısını duyuyordu tüm bedeninde ve ruhunda ..Göz göre göre ölüyordu Balaban ve hiçbir şey yapamıyordu elinden bir şey gelmiyordu ve bu acı ölmekten de acı diyordu kendi kendine genç Balaban..

Balaban ölmeden önce yanındaki oğluna oğlum bak dedi ölüm her an her yerden gelebilir bunu asla unutma ve özünü yaşayarak anlamlandır hayatını ölümünü hiçbir zaman unutma senden son olarak kurander adasına gitmeni ve Daldalan dedeni ve Güldesteyi bulmanı istiyorum..Hadi şimdi beni bırak ve kanat çırpmaya başla mutlu geleceğine…

Değerlendirme: 1 / 5.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s